Loading...

HZ.MEVLANA VE ŞEMS HZ.LERİ






  
MEVLANA CELALEDDIN-I RUMI

         Biz gidince, arama türbemizi baska yerde,

                   Ehli dil sinelerinde yeri var kabrimizin.”

                              (Hazreti Mevlana Muhammed Celaleddin-i Rumi)

        Islam Tasavvuf tarihinin müstesna bir ferdi, Hazreti Mevlana Celaleddin-i Rumi, hazretlerinin dogumu, yedinci hicret asrinda Rebiu'l-evvel ayinin 3. günü ki, bu tarih miladi olarak 27 eylül 1207 yilina rastlar.

Asil adi Muhammed olup, lakabi Celaleddin'dir. Belh sehrinde dogdugundan dolayi oraya nisbetle Belhi, ömrünün büyük bir kismini Anadolu'da geçirdigi için, ayni zamanda kendisine Anadolu'lu anlamina gelen ‘Rumi' lakabi verilmis ve bununla meshur olmustur.

Bu büyük insana, Hüdavendigar (hükümdar), Hünkar (padisah), Sultanü'l-asikin (asiklarin sultani), Sultanü'l-mahbubin (muhabbet edenlerin sultani), Mollayi Rum (rum diyarinin alimi), yahut Pir-i Rumi (rum diyarinin öncüsü) gibi sifatlar da verilmistir. Mevlana lakabini kendisine ilk defa veren, Seyh Sadreddin-i Konevi hazretleridir.

Yine Mevlana hazretlerine Sultan ünvani Konya'da bulunan Selçuk Sultani Alaeddin Keykubat tarafindan verilmistir. Öyleki: “Sultan ben degilim, sensin” diye hitab ederdi. Babasinin yüce iltifatlari sebebi ile de; Hüdavendigar diye vasiflanmistir. Muhterem babasi, ‘Sultanü'l-Ulema' ünvani ile taninan, Hüseyin Hatibi'nin oglu Muhammed Bahauddin Veled'dir. Kendisine Sultanü'l-Ulema ünvaninin verilmesi manevi bir isaretle olmustur ki; Belh sehrinin önde gelen üçyüz tane alimi rüyalarinda Resulullah (sav)'i görürler ve:

“Bu günden itibaren Baha Veled'e, ‘Sultanü'l-Ulema' deyiniz” talimatini alirlar. Ertesi gün sabah namazinda O'nun medresesine giderler ve rüyada bildirileni bizzat orada hazir bulunanlara söyler ve oradakiler: “Allah ve Resulü sahittir ve bizler de sahidiz ki, sen bundan böyle ‘Sultanü'l-Ulema'sin” dediler.

Bahaeddin Veled hazretlerinin, soy kütügü Hazreti Ebu Bekir (ra)'a dayanmaktadir. Serefli neseb silsilesi su halka ile Hazreti Ebu Bekir (ra)'e ulasir: Mevlananin babasi Sultanül Ulema Muhammed Bahaeddin Veled, o'nun babasi; Hüseyin Hatibi, o'nun babasi Ahmed Hatibi, o'nun babasi Mahmud, o'nun babasi (Mevlüt) Mevdud, o'nun babasi Müseyyeb, o'nun babasi Mudahhar, o'nun babasi Hammad, o'nun babasi Abdurrahman, O'nun babasi Hazreti Ebu Bekir Siddik (r.a)'dir. Bu hesaba göre Mevlana Hazretleri, Hazreti Ebu Bekir Siddik (r.a)'in on birinci torunudur.

Hazreti Siddik-i Ekber neslinden gelen Mevlana'nin anne tarafindan da soyu, on dördüncü göbekte Hazreti Muhammed Mustafa (sav)'in torunu Hazreti Hüseyin (ra)'e uzanmaktadir. Söyleki; Ecdadindan Ahmed-ül Hatibi Semsül Eimme Ahmet'i Serahsinin kizi Firdevs hatunu almis Mevlananin ceddi (dedesi) Hüseyin el Hatibi ondan dogmustur. Semsül Eimme ise sülalei Nebeviyye den (peygamber sülalesinden) idi. Yine ecdadindan meshur Ibrahim Edhem'in atasi Mevlana Hüseyin Hatibi de Harzem Sahi Alaeddin'in kizini almis olduklari için, o nesebi kerime (o büyük soy) tertemiz devam edip gelen bir asaletde karismistir.

Hz. MUHAMMED ŞEMS-İ TEBRİZİ

Sems'i Tebrizi diye taninan bu büyük evliyanin gerçek adi ve künyesi ‘Melik Dad oglu Ali oglu Muhammed Semseddin' dir.Yüksek kabiliyetlerle mücehhez hakikat ve mana erenlerinden ve evladu rasulden olup seyyitlerdendir. Hicretin altinci yüzyilinda Tebriz'de M.1153 tarihinde dogmustur. Henüz çocukluk yaslarinda iken bile yasitlarindan çok farkli bir anlayis düsünüs ve yasayisa sahip bulunan Sems o günlerini söyle anlatir;

“Henüz ergenlik çagina girmemistim. Ask deryasina daldim mi, 40-45 gün hiçbir sey yemezdim; istekten kesilirdim. Günlerce açliga, susuzluga katlanirdim. Bir gün babam bana çikisti:

“Oglum dedi, ben senin bu halinden bir sey anlamiyorum; bunun sonu nereye varacak? Bu davranislar seni felakete götürecek.”

Ben ona su cevabi verdim:

- Baba! Seninle benim babalik ve evlatlik iliskilerimiz neye benzer bilir misin? Bir tavugun altina tavuk yumurtalariyla karisik bir de kaz yumurtasi koymuslar. Vakti gelipte civcivler çiktigi zaman bunlar hep birlikte analarinin arkasina düser giderler, yolda bir göl kenarina rastlarlar. Kaz yumurtasindan çikan civciv hemen kendini suya atar; bunu gören ana tavuk, eyvah yavrum bogulacak der; çirpinmaya baslar.Halbuki kaz yavrusu nese içinde suda yüzmektedir.

- Iste seninle benim aramdaki fark da böyledir.

Sems'i Tebrizi hazretleri ilk nasibini Kadiri tarikati üstadi olan Seyh Ebu Bekir Sillaf (sepetçi Ebu Bekir) adindaki bir Mürsid'i Kamilden almistir.

Aradigini, özledigini onda bulmustur.Uzun yillar bu mübarek zatin hizmetinde bulunarak manevi olarak hayli yol almistir. Bu mübarek zatin vefatindan sonra yine kadiri üstadi Baba Hacendi Hazretlerine intisap etmis ve seyri sülükünü burada tamamlamistir.

Üstad Semseddin Tebrizi Hazretlerinin tavir ve hareketleri onun hiç kimseye ihtiyaci olmadigini gösterirdi. Maddi menfaat için hiç kimseye tenezzül etmez, hiç kimseye boyun egmez, çok vakarli ve oldukca heybetli bir kisi idi. Apacik kerametleri olan ve olgunluklari herkesce bilinen bu aziz ve muhterem zat çok hassas idi. Istidat sahibi olan ve kabiliyetli kimseleri irsat etmeye ehil bir zat idi. Mübarek zatin pek çok kerametleri vardi.

MEVLANA HAZRETLERİNİN ŞEMS-İ TEBRİZİ ILE ILK KARŞILAŞMASI

Mevlana hazretleri Sam'da iken bir gün pazar yerine girmis, dalgin dalgin dolasirken, kalabalik insan toplulugu arasinda acaip kilikli bir kimse kolundan tutup yanina çekerek:

“Ey dünya sarrafi beni anla...” der ve kaybolur.

Mevlana hazretleri irkilerek bakakalir. Tanimadigi bu meçhul adam kimdir? “Bu meçhul insan en büyük Mürsid-i Semseddin Tebrizidir”. Bir zaman gelecek, bambaska bir ufka pencere açarak Mevlana'yi asil maksadina ulastiracaktir.

ŞEMS HAZRETLERİ VAZİFESİNİ YERİNE GETİRMEK ÜZERE YOLLARA DÜŞÜYOR

Sems-i Tebriz'i Hazretleri almis oldugu manevi görev ile basini adamis oldugu müridi Mevlana Hz.ni irsat etmek üzere Iran'in Tebriz beldesinden ayrilarak önce Mekke sonra Sam ve uzun bir yolculuktan sonra 29 Kasim 1161 tarihinde Konya'ya gelmistir. Konya'da seker furus hanina yerlesmis ve istirahate çekilmisti.

Sems Hz.leri ertesi gün yabancisi oldugu Konya'nin çarsisinda dolasmaya çikar. Ayni günün ögleden sonrasi (simdiki Mevlana Caddesi) üzerinde yürür iken, etrafinda talebeleri bulunan ve bir katira binmis, her haliyle müderris oldugu anlasilan, herkes tarafindan hürmet ve saygiyla tazim edilen, gayet heybetli, nurani ve güzel yüzlü bir zat'in geldigini görür. Sems-i Tebriz'i Hazretleri, Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin alnindaki velayet nurunu görünce, nuru muhabbetle bilir ki, gayb aleminde isaret olunan zat budur.

Bu arada katiri ile Sems Hazretlerine dogru yaklasan Hz. Mevlana'nin, Sems Hazretleri nazar-i dikkatini çekti. Söyleki:

Sems hazretlerinin basinda hiç bir külaha benzemeyen bir baslik vardi ve oldukça cazip idi.Sirtinda siyah bir cübbe bulunuyordu. Yüzü ayin ondördü gibi gayet nurani idi. Seyyah kiyafetli bu sahsi gören Mevlana hazretleri, katirinin basini çekip, bu oturmakta olan esrarengiz adamin yüzüne doya doya bakmak istemis ise de kendinde utanmak, sikilmak hasil oldugundan o göz kamastirici olan nurani yüze bakamayip sadece selam verip geçer ve kendi kendine:

- “Ben hiç böyle kiyafetli, böyle nurani ve bu sekilde kisveli dervis görmedim,” derken Semseddin Tebriz-i selami alip hemen ayaga kalkarak arkasindan yetisti ve katirin yularindan tutup durdurunca Mevlana Hazretleri yüzüne bakip:

- “Ne istersin?” diye sorar. Sems-i Tebriz-i Hazretleri cevap verip:

- “Size bir sualim var!” der. Hz. Mevlana:

- “Yol üzerinde sual olmaz, eger sualini soracak isen medreseye gel der.”

Sems Hazretleri de:

- “Bu sualim çok önemli” diyerek, katirin dizginine eliyle siki siki yapisir. Israrla sormak isteyince talebeler, Sems Hazretlerine müdahale ederler. Mevlana Hazretlerinin katiri da, gelen talebelere, basi ve kuyrugu ile karsi koyup, çifte atarak onlari Hz. Sems'e yaklastirmaz ve etrafinda dönmeye baslar. Bu hali gören Mevlana Hazretleri, hayvanin da ona itaat ettigini görünce, feraset nuruyla bu zatin, Allah-ü Teala'nin bir evliyasi oldugunu anlar. Talebelerine ise durmalarini söyleyerek, Sems Hazretlerine de suâlini sormasini istedi.

HAZRETİ ŞEMS

- “Ey Müslümanlarin imami! Bir müskilim var?.. Hazreti Muhammed mi (s.a.v) büyük , Bayezid'i Bestami mi?” Mevlana, bu vak'ayi (olayi) anlatirken:

- “Bu sorunun heybetinden, sanki yedi kat gök biri birinden ayrilip yere yikildi ve içimden çikan büyük bir ates kafatasimin içini kapladi. Oradan bir dumanin çikip, Ars'in altina kadar yükseldigini gördüm” buyurur. Mevlana hemen kendisini toparliyarak:

- “Bu nasil sual böyle? Elbette Allah'in elçisi Hazreti Muhammed (s.a.v), bütün yaratiklarin en büyügüdür. Burada Bayezid'in sözü mü olur?” dedi ve Fahri Alem Efendimizin (s.a.v) faziletine dair bir çok ayetler okuyarak, Bayezid-i Bestami'nin ise, O'nun Ümmetinin ferdlerinden bir kimse oldugunu izah etti. Bunun üzerine Hz. Sems:

- “ O halde, bu ne demektir? Peygamber bu kadar büyüklügü ile : ‘Sübhaneke ma arafnake hakka marifetike' “Ya Rabbi! Seni tenzih ederim, biz seni layik oldugun vechile (sekilde) bilemedik” buyurdu. Halbuki Bayezid:

- ‘Sübhani ma a'zame sani' “Ben kendimi tenzih ederim, benim sanim çok yücedir” ve yine: ‘cesedimin her zerresinde Allah'dan baska varlik yok..' demekte” dedi. Mevlana Hazretleri:

- “Hazreti Muhammed (s.a.v), müthis bir manevi suya doy-mazlik hastaligina tutulmus, susuzluk içinde susuzluktan içi yaniyor ve O'nun mübarek gögsü: “Biz senin gögsünü açmadik mi?” Serhiyle kalbi genisledi, bunun içinde susuzluktan dem vurdu. O her gün sayisiz makamlar geçiyor. Her makami geçtikçe, evvelki bilgi ve makamina istigfar ediyor, daha çok yakinlik istiyordu. Bayezid ise, bir yudumla susuzlugu dindi ve suya kandigindan dem vurdu. Onun idrak testisi, o kadar suyla doldu. O nur da, onun evinin penceresinin büyüklügü nisbetinde içeri girdi ve nurla dolmus gördü.. ve daha çok bakmadi. Vardigi ilk makamin sarhosluguna kapilarak kendisinden geçti ve o makamda kaldi; bu sözü söyledi.” Bunun üzerine Sems-i Tebriz'i bir feryadla: “ALLAH”(c.c) deyip bayildi.

Mevlana Hazretleri hemen katirdan inerek yanindaki adamlariyla Sems-i tutup kaldirdi ve O'nu, kendi medresesine götürdüler. Sems, orada kendine gelince Mevlana ile öyle bir kucaklastilar ki, sanki iki umman (deniz) biri birine kavusmus, yillarca biri birine hasret olan iki sevgili birlesmislerdi. Çünkü onlar ruhlar aleminde tanismis ve ülfet etmislerdi. Bu aleme gelince de oradaki birlikteliklerini devam ettirmeye basladilar. Fakat Mevlana'nin etrafindaki talebe ve yakinlari ise, bu hale hayretle baka kalmislardi. Yillardir birbirine hasret olan iki asik, Mevlana'nin medresesinde mana alemi ile sirlanmis, bir hücreye girerek, aylarca sürecek sohbetlerine baslamislardi.

Sems Hazretleri Allah'in (cc) esmasinin sirlarini ögretmeye baslamisti. Mevlana ve Sems Hazretleri, birbirlerine kavusmalarinin ask ve sevki içerisinde halvethane'ye girerek, yeme ve içmeyi terk edip, ihtiyaç dahi gidermeden, Allah'in (cc) esma ve zikirleriyle tefekkür ederek, manen doyulmaz feyz ve nur deryalarina dalmislardir. Allah Teala Hazretlerinin ihsani ve keremiyle bu mübarek iki zat'i manen (insanoglunun aklina bile gelmeyecek çesitli cennet nimetleriyle) doyurup, rahmetine gark eylemistir. Mevlana Hazretleri böylece seyr-u sülukuna baslayip, kamil bir Mürsid olmaya ilk adimi atmis oldu.

ŞEMS HAZRETLERİNİN ŞEHİD EDİLMESİ

Mevlana ve Sems Hazretleri arasindaki bu essiz sevgiyi ve muhabbeti hazmedemeyen kimseler hazirladiklari plani uygulamak için M.1255 yili Aralik ayinin soguk bir seherinde pusuya yattilar.

Sems ve Mevlana Hz. ise daldiklari manevi alemin sarhoslugu içerisinde iken hücrenin kapisi sert bir sekilde çalindi bu iki dost manevi alemin sarhoslugundan kendilerine gelerek birbirlerine baktilar disaridan bir ses Sems Hz.'lerini çagiriyordu.Sems Hz.leri; yerinden kalkti ve Mevlana Hazretlerine mubarek gözlerini dikmis aci aci bakiyordu;

- “Ey Celaleddin duyuyormusun beni dönüsü olmayan bir yola davet ediyorlar.” diyerek Mevlana Hz.ile vedalasip disari çikti. Mevlana Hz. sanki yerinde donup kalmisti. Ancak disaridan “Allah” diye bir nara duyunca kendine gelebildi Sems Hz.Sehitlik serbetini içmis Mevlana'nin ugrunda adadigi basini teslim etmisti ve Allah (c.c) takdiri yerini bulmustu.Sems Hz.'nin sesini isiten Mevlana derhal disari çikti.Disarda kimseyi göremedi ama kapinin önünde birkaç damla kan görünce heyecanindan oldugu yere yigiliverdi.

Disaridan gelen bu seslere Mevlana Hz.'nin yakinlari kosup geldiler yerde kendinden geçmis olan Mevlana'yi içeri aldilar.

Sems'i Tebrizi hazretlerine pusu kuranlar o essiz sultanin mübarek bogazini kesmislerdi Sems Hazretlerini yarali bir halde oradan götürüp güllük denilen (su andaki türbesinin oldugu yerde) kör bir kuyuya attilar. Bu büyük evliya o kör kuyu içerisinde çok sevdigi Rabbine doksandört yasinda teslim oldu. Bir müddet sonra kendine gelen Mevlana hazretleri (manen ) Sems hazretlerinin kör bir kuyuya atildigini çevresindekilere söyledi.

Mevlana hazretlerinin oglu Sultan Veled hazretleri müritleri toplayip, mübarek nâsini kuyudan çikarip yikadiktan sonra cenaze namazini Mevlana hazretleri kildirmistir. Mevlana Hz.leri Peygamber-ler öldükleri yere defn olurlar muktezasinca onlarin varisleride öldükleri yere defn olunur dedi ve kuyunun yan tarafindan bir merdiven boslugu açarak Sems Hz.lerini son nefesini verdigi su andaki türbesinin bulundugu yere (kuyunun içerisine) defnedilmistir. Mevlana'nin vefatindan sonra Sems Hazretlerinin mezari üzerine Selçuklular zamaninda bir türbe ve ona bitisik bir mescit yapilmistir.

Sems Hazretleri Konya'ya ilk gelisinde dört yil kalmisti.Fitne ve dedikodunun artmasindan sonra Sam'a gidince onsekiz ay kaldi. Ikinci defa Konya'ya gelisinde de bes yil kaldi. Sems Hazretleri Mevlana Hazretleri'nin seyri sülukunu bu kadar zaman içerisinde tamamlatmistir.

MESNEVİ MANEVİNİN YAZILIŞI

Mevlana Hz.,asil kisilerin sultani Çelebi Hüsamettin'in cazibesi ile heyecanlar içerisinde sema ederken otururken, ayakta, sükunet ve hareket halinde daima mesneviyi söylemeye devam etti. Bazen öyle olurdu ki, aksamdan baslayarak gün agarincaya kadar birbirleri arkasindan söyler, yazarlardi. Çelebi Hüsameddin'de bunu süratle yazar ve yazdiktan sonra hepsini yüksek sesle Mevlana'ya okurdu.Cilt tamamlaninca Çelebi Hüsameddin, beyitleri yeniden gözden geçirerek gereken düzeltmeleri yapip tekrar okurdu.

HAZRETİ MEVLANA'NIN BAKİ ALEME GÖÇÜSÜ

Hazreti Mevlana bir gün bir mecliste, ölüm ve ölüm ötesinden söz ederken:

Mü'minler ölmez, bir evden baska bir eve göç ederler, tasinirlar!.. deyince, orada bulunan Taceddin-i Erdebili:

Iyi de efendim, Cenab-i Hak: “Her nefs ölümü tadacaktir!” buyuruyor. Bunu nasil tevil edeceksiniz? diye sordu.

Bu soruda az da olsa bir itiraz kokusu vardi. Taceddin-i Erdebili'nin bu sorusuna söyle karsilik verdi Mevlana:

Evet, fakat, Cenab-i Hak her nefs diyor, her kalb demiyor. Sen ya kalb ol veya bir Mü'min kulun kalbinde yer et ki, mü'minin kalbi gibi ölmeyesin. Eger kalpazanlik edersen böyle kalbin nakdine ulasamazsin. Sen nefsin hevasina uyup gidersen ve nefsin bir aleti olursan, her nefs ölümü tadacaktir ayeti senin için söylenmis olur.

“Onun zatindan özge her sey helak olacaktir” ayetinde Cenab-i Hak kendini övmüyor. Bununla kullarina karsi kendini överek: Ben hep kalirim, sizler, hepiniz yok olup gideceksiniz demiyor. Kendi merhametine davet ediyor. Damlanin deryada kaybolmasi gibi siz de yok olmaktan müstesna olan zatinda tamamiyla yok olun, diyor.

Bu menkibeden çikarilmasi gereken netice su olsa gerektir:

Deryaya karisan damla, zahirde (görüntüde) yok olup gitmis gibi gözükür ama, aslinda gerçekten varliga ulasmis olur.

Kesretten vahdete (çokluktan teklige) ulasma hali bu.

Yok olup gitme diye bir sey yok!

Hazreti Mevlana'nin bu dünyaya veda etme belirtilerinin basladigi günlerde, esi Kira Hatun:

Hüdavendigar Hazretlerinin dünyayi hakikat ve manalarla doldurmasi için üç yüz, dörtyüz sene yasamasi gerekmez miydi? Diye dolup tasinca, insanligin piri Mevlana:

Sen ne diyorsun Kira Hatun? Biz ne Firavunuz, ne de Nemrut! Zindandan adam çikarmaya geldik bu dünyaya biz! Yoksa bu tas toprak aleminde isimiz ne bizim?

Ortada zavallilarin faydalari olmasaydi, bu tas toprak yurdunda bir an bile durmazdik ki!

Insanlara faydam dokunsun diye kaldim bu dünya zindaninda ben!

Yoksa zindan nerdeeee, ben nerde, kimin malini çalmisim ben? Demis.

Hazreti Mevlana'nin bu sözlerini Yunus Emre söyle nazmetmis:

Öyle sanman siz beni,

Kendi özümden gelmisem!

Kendi elim ile ben,

Bu kafese girmisem!

Yunus Emre sen kande,

Kalmayasin zindanda!

Zindan kande, ben kande(kimin),

Kimi malin çalmisam!

En az iki türlü rüsd, iki türlü ölüm var insan hayatinda. Birinci rüsd, ergenlik çagina ererek akil balig olmak

Ikinci rüsd, ermislik mertebesine ererek, arif ve kamil (bilge ve olgun) olmak.

Birinci ölüm, ihtiyari (istege, iradeye bagli) ölüm. Ölmeden önce ölme hal ve mertebesine ulasmak. Hayatin artilari ve eksileri karsisinda ölü gibi sakin olmak. Izafi iradeyi birakarak mutlak iradeye teslim olmak. Tepkiyle degil tecelli ile yasamak.

Ikinci rüsd makam ve mertebelerinin zirvelerinde, ölmeden önce diriligi içinde, insani hayatin bu yakasindan öte yakasina götüren zorunlu ölümü dügün bayram ilan eden, “Seb-i Arus” olarak niteleyen Hazreti Mevlana, son demlerinde, tafsire sigmayan ve benzeri çok nadir görülen bir vuslat nes'esi içinde,Hakka yürümenin zamanini bekliyordu.

Insanlarin hayirlisi halka faydali olan kimsedir. Sözün en hayirlisi da kisa ve öz olandir. Ömrünü ask, muhabbet, vecd ve ibadetle geçiren asiklar sultani Mevlana Celaleddin Rumi(k.s), (M. 1285) senesinde hastalandi. Mevlana Celaleddin Rumi hazretleri hasta olup da ölüm dösegine yatinca yakin ve uzak bütün civar ve etrafindan dervisleri haber alip( Manevi olarak) Mevlana Hz.lerinin dergahina akin etmeye basladilar. O'nun bu hastaligi kirk gün kadar sürdü. Etrafinda bir çok hekimler, tedavisi için ne kadar ugrasiyorlarsa da, müspet bir netice almak mümkün olmuyordu:

Vefatinin yaklastigi siralarda Selçuklu sarayindan temsilciler, hekimler (Ekmeluddin Bey hekim) gönderilerek Mevlana Hz.lerine geçmis olsun dileklerini iletiyorlardi.Ziyaretine, hocasi Sadreddin Konevi ve sehrin ileri gelen alimleri geldiler:

“Allah'ü Teala (cc), acil sifalar versin. Insallah, en kisa zamanda sihhat bulursunuz! Zira siz, alemin ruhusunuz; alem sizinle hayat bulur!” dediler.

Mevlana Hazretleri de onlara:

Allah-i severim diyenden de sevdim diyenden de usandim. Ben dostuma gidiyorum. Sizler niyaz ederek benim yolumu kesiyorsunuz. Üzülmeyin ben vefat edince dügün dernek kurun, bundan sonra bugünde SEB-I ARUZ yapin buyurmuslardir.

Son günü idi; basinda, hizmetle mesguliyetten, gece uykularini tam uyumamaktan vücudunun yiprandigini gördügü sevgili oglu Sultan Veled'e:

“Oglum Bahaeddin! Ben bu gün kendimi biraz iyi görüyorum. Haydi git biraz istirahat et!” dedi.

Sultan Veled, gözü ve gönlü yasli oldugu halde, pek muhterem babasinin odasini terkederken, Cenabi Mevlana arkasindan çok zayif bir sesle sunlari söylüyordu:

“ Sen git yastiga basini koy. Beni yalniz birak

Geceleri dönüp dolasan, perisan haldeki bu

dertliyi terket.

Biz ve sevda dalgalari sabahlara kadar bas

Basayiz, ister gel bagisla ister git vefa et

Benden kaç ki, sen de belaya ugramayasin.

Selamet yolunu seç, bela yolunu birak.

Biz ve gözyaslari hüzünler kösesinde

kivrilmisiz. (Istersen) gözyaslarimizin üzerine

yüz degirmen kur.

Acimasiz bir sevgilimiz var, kalbi granit gibi

(Bizi) öldürür de kimse “diyeti” hazirla diyemez

Güzeller sultanina vefa göstermek vacip degil,

Ey sararmis asik! Sen sabret, vefa göster

(Bu) öyle bir dert ki, ölümden baska dermani yok.

Peki ben nasil bu derde deva yap derim.

Dün gece rüyamda ask mahallesinde bir pir

gördüm. Bize dogru gel diye eliyle isaret etti.

(Diyordu ki), yolda ejderha varsa sende de

zümrüt gibi ask var, o zümrütün

pariltisiyla defet ejderhayi.

Yeter artik, kendimde degilim ben hünerini

artirmak istiyorsan sen, Ebu Ali'nin tarihinden,

Ebu'l Ala'nin ögütlerinden bahset.

Hüsameddin Çelebi anlatir:

“Mevlana Hazretleri'nin son günü idi. Fevkalade yigit bir delikanlinin, Üstadim Mevlana'nin bulundugu yerde belirdigini gördüm. Mevlana, kalkip bu delikanliyi karsilayarak bana; dösegi kaldirin!.. buyurdu. Ben hayret ettim.. çünkü Üstadim hasta idi.

O delikanlinin yanina varip:

Siz kimsiniz ki, Üstadim hasta yatagindan kalkarak, size istikbal eyledi(sizi karsiladi)... diye sordum.

O da:

Ben, Azrail'im Rabbimizin emrini yerine getirmek, Mevlana'yi öbür aleme davet etmek için geldim!.. dedi.

Üstadim Mevlana'da:

“Rabbimiz, beni kendi Hazretine davet ediyor! Artik gitmek zamani gelmistir. Ya Azrail! Çabuk ol! Beni Rabbime çabuk kavustur!”deyip, Kelime-i Sehadet'i getirdi ve bu fani hayata gözlerini yumdu.

M. 20 Aralik 1285 tarihinde 78 yasinda vefat etti. Allah rahmet etsin, sefaatlerine nail eylesin.

HAZRET-İ MEVLANA'YA YEŞİL KUBBE
 

Mevlana'ya Yesil kubbe denilen Türbe, Sultan Veled ile Alameddin Keyser'in gayreti ve Emir Pervane'nin esi (Sultan II Giyaseddin Keyhüsrev'in kizi) Gürcü Hatun'un yardimiyla Çelebi Hüsameddin zamaninda yapildi.

Türbenin mimari, Tebrizli Bedreddin'dir.

Selim oglu Abdülvahid adli bir sanatkar da Mevlana'nin kabri üzerine, Selçuklu oymaciliginin saheseri olarak kabul edilen, büyük bir ceviz sanduka yapmistir. Bu sanduka bugün, Sultan'ulema Bahaeddin Veled 'in kabri üzerindedir.

Mevlana'nin vefatindan birkaç ay sonra, Mevlana'ya saygi ve sevgiyle bagli Selçuklu emirleri, oglu Sultan Veled'e basvurarak Mevlana'nin mezari üzerine bir türbe yaptirmayi dilediklerini söylemisler, onun rizasini almislardir. Mevlevi kaynaklarinin verdigi bilgilere göre, Selçuklu veziri Muineddin Süleyman Pervane, karisi Gürcü hatun, Emir Alemeddin Kayser, Sultan Veled'le isbirligi ederek (yüz altmis bin dirhem sarfi ile), devrin mimarlarindan Tebrizli Bedreddin'e Türbe'yi yaptirmislardir.

Daha Geniş Bilgiye Hz. Mevlana'nın
Hayatı Kitabından Ulaşabilirsiniz.



Not:abdullahgurbuz.com'dan alıntıdır.

Örnek Sokak 1a, 12345 Örnekşehir
+90 1234567890